Borç Kıskacındaki Türkiye: Ekonomik Darboğaz, Her Dört Kişiden Biri İcralık

Türkiye’de ekonomik darboğazın en somut göstergelerinden biri olan icra dosyası sayısı 24 milyonu aşmış durumda. Bu tabloya göre, ülkede her dört kişiden biri icra takibiyle karşı karşıya. Uzmanlar, bu verinin ekonomik krizin artık sadece makro göstergelerde değil, doğrudan halkın sofrasında, evinde ve cebinde hissedildiğini ortaya koyduğunu belirtiyor.
Türkiye ekonomisi son yıllarda ağır bir borç yükü ve yüksek enflasyon sarmalı içinde adeta nefes alamaz hale geldi. Resmi kaynaklardan elde edilen bilgilere göre, ülke genelindeki icra dairelerinde işlem gören dosya sayısı 2025 yılı itibarıyla 24 milyonu aştı. Bu rakam, yaklaşık 85 milyonluk nüfusun dörtte birinin ya doğrudan ya da dolaylı olarak icra takibine uğradığını gösteriyor.
Artan Geçim Sıkıntısı, Borcu Kaçınılmaz Hale Getirdi
Asgari ücretin her yıl artmasına rağmen enflasyon karşısında erimesi, halkın alım gücünü ciddi şekilde düşürdü. 2024 sonu itibarıyla açıklanan resmi enflasyon yüzde 70’in üzerinde; bağımsız araştırma kuruluşlarına göre ise bu oran yüzde 120’ye dayanmış durumda. Temel tüketim ürünlerinden konut kiralarına kadar birçok kalem, ortalama gelir seviyesinin çok üzerinde fiyatlanıyor.
Bu şartlarda yaşam mücadelesi veren milyonlarca vatandaş, faturalarını ödeyebilmek, çocuğunun okul masrafını karşılayabilmek ya da kirasını denkleştirebilmek için bankalara, kredi kartlarına ve bireysel kredilere yönelmiş durumda. Ancak bu borçların ödenememesi, zincirleme şekilde icra dosyalarına dönüşüyor.
Kredi Kartları ve Tüketici Kredilerinde Patlama
Türkiye Bankalar Birliği ve BDDK verilerine göre, bireysel kredi ve kredi kartı borçları son iki yılda yüzde 100’ün üzerinde artış gösterdi. Sadece 2025 yılının ilk altı ayında kredi kartı borcunu ödeyemediği için takibe alınan kişi sayısı 3 milyonu geçti. Tüketici kredilerinde ise benzer bir tablo söz konusu.
Üstelik yalnızca düşük gelir grubu değil, orta sınıf da borç sarmalının içinde. Kamu çalışanları, emekliler, öğretmenler, hatta doktorlar bile gelirleri giderlerini karşılayamadığı için icra tehdidiyle karşı karşıya.
Ekonomik Politikalar Vatandaşı Zorluyor
Ekonomistler, gelinen bu noktanın sadece bireysel harcama alışkanlıklarıyla açıklanamayacağını söylüyor. Yıllardır uygulanan yanlış ekonomi politikalarının, özellikle 2021 sonrasında izlenen düşük faiz-yüksek kur modelinin, Türkiye’yi hem yüksek enflasyon hem de derinleşen gelir adaletsizliğiyle karşı karşıya bıraktığı ifade ediliyor.
2024 ortasında Merkez Bankası’nın faiz artırımlarıyla birlikte, krediye erişim zorlaştı ve faizler yüzde 50’nin üzerine çıktı. Bu da borçlanan kesimlerin ödeme gücünü daha da zayıflattı. Aynı dönemde hane halkı gelirinde anlamlı bir artış sağlanamadı.
İcra Dosyalarında Profiller Değişti
Geçmişte icra takibi daha çok ticari alacaklardan ve küçük işletmelerden kaynaklanırken, bugün tablo çok farklı. İcra dosyalarında en fazla artış gösteren kalemler, bireysel tüketici borçları ve kredi kartı alacakları. Yani borçlar artık bir iş kaybı ya da iflastan değil; gündelik yaşamı sürdürebilme çabasından kaynaklanıyor.
Örneğin İstanbul’da yaşayan iki çocuklu bir ailenin, kira, gıda, ulaşım ve fatura giderleri asgari ücretin çok üzerine çıkmış durumda. Gelir yetersizliği nedeniyle borçlanmak kaçınılmaz hale geliyor ve birkaç ay içinde borç ödenemez duruma gelince icra kaçınılmaz oluyor.
Sosyal ve Psikolojik Etkiler Derinleşiyor
Bu ekonomik baskı yalnızca finansal değil, aynı zamanda sosyal ve psikolojik etkiler de yaratıyor. Psikologlar, artan borçluluk halinin aile içi çatışmaları, boşanmaları ve ruh sağlığı problemlerini tetiklediğine dikkat çekiyor. Gençlerde gelecek kaygısı, yaşlılarda ise geçim endişesi giderek artıyor.
Sosyologlara göre ise borç yükünün bu denli yaygınlaşması, “normalleşen yoksulluk” algısını güçlendiriyor. Uzmanlar, bu durumun uzun vadede toplumsal güvenin ve dayanışmanın erozyona uğramasına neden olabileceği uyarısında bulunuyor.
Ekonomistler, vatandaşın bu borç sarmalından çıkabilmesi için sadece bireysel tasarruf önlemlerinin değil, kapsayıcı ve adil bir ekonomik yeniden yapılanmanın şart olduğunu söylüyor. Gelir dağılımında denge sağlanmadan, alım gücü artırılmadan, kayıt dışı ekonomiyle mücadele edilmeden ve üretim ekonomisine geçilmeden bu tabloyun değişmesinin zor olduğu vurgulanıyor.
Türkiye, bugün geldiği noktada icra daireleriyle değil; insan onuruna yaraşır bir yaşam standardını garanti altına alacak bir ekonomik vizyonla konuşulmalı.
Bu vizyon kapsamında vatandaşlara kalıcı refah üretme konusunda kalıcı adımlar atılmalı. Aynı zamanda insan odaklı bir yaklaşımı hedef alarak hayata dair çözümün bir parçası ve hayatı kolaylaştırma temalı adımlar atılmalı.