Ahlak mı İnanç mı? Hangisi İnsan Yapar?

Bugün toplum olarak içine düştüğümüz çelişkilerin en derinlerinden birini konuşmak zorundayız: İnsanı insan yapan nedir? Ahlak mı, inanç mı?
Sokakta yürürken, trafikte direksiyon sallarken, devlet dairesinde işimizi takip ederken, pazarda, okulda, camide, kilisede, mecliste… Her yerde karşımıza çıkan bir tablo var: Dindar olduğunu iddia eden ama ahlaktan bihaber insanlar.
Özellikle modern çağda inanç, çoğu zaman bir görünüm haline geldi. Kimimiz başına bir örtü takarak, kimimiz sakal bırakarak, kimimiz beş vakit camide görünerek dindar olduğunu gösterme derdine düştü. Oysa din dediğimiz şey, sadece ritüellerden ibaret değil; o ritüellerin ruhunu taşıyan bir ahlaka dayanmadıkça içi boş bir kabuktan farksız.
Ahlaksız bir dindarlık ne işe yarar? Allah’a inandığını söyleyen ama çaldığını meşrulaştıran bir kişi hangi inancın temsilcisi olabilir? Namaz kılan ama kul hakkını hiçe sayan, oruç tutan ama yalanı dilinden düşürmeyen, hacdan dönerken torpil için kapı kapı dolaşan bir “dindar”, gerçekten neye inanıyor?
Bakın çevrenize… İşi ehline vermeyen yöneticilere, adalet koltuğunda oturup adaleti ayaklar altına alanlara, insanların güvenini sömüren tüccarlara, makamı, parayı, gücü her şeyin üstünde tutanlara… İnançları ne olursa olsun, ahlak zeminine oturmayan hiçbir inanç gerçek bir insanlık zemini sunamaz.
Üstelik bu mesele sadece İslam’a dair değil. Hangi dine, hangi mezhebe, hangi felsefeye mensup olursanız olun; eğer sizi daha dürüst, daha adil, daha merhametli, daha vicdanlı yapmıyorsa, o inanç yalnızca bir kimliktir. Sahte bir rozet gibi göğsünüzde durur ama sizi insan yapmaz.
**
Toplumsal yozlaşma, bireysel ahlaksızlıkla başlar. Bir şehir, insanlar yerlere çöp attığı için kirlenir. Bir ülke, insanlar yalanı normalleştirdiği için çürür. Bir toplum, adaletsizlik karşısında susmayı alışkanlık haline getirdiğinde çöker. Ve ne yazık ki inanç, bu ahlaki çöküşü örten bir perde haline geldiğinde, onu arkasına sığınıp her türlü kötülüğü meşrulaştırmak da mümkün hale gelir.
Dindarlık, şekil değil öz meselesidir. Kalpte başlayıp davranışlara yansımalıdır. Dindarlık, sadece neye inandığınız değil, o inancın sizi kim yaptığıdır. Sakalınız uzunsa ama vicdanınız körelmişse, başörtünüz örtüyorsa ama adalet duygunuz açığa çıkmıyorsa, namazınız secdede ama kalbiniz kibirdeyse, o zaman inanç sadece bir vitrin süsüdür.
Peki ne yapmalı?
Her şeyden önce ahlakı merkeze almalıyız. Hangi inanca sahip olursak olalım, önce insan olmanın sorumluluğunu taşımalıyız. Yalan söylemeyen, adaletli davranan, kul hakkına dikkat eden, çevresini temiz tutan, başkasının acısını hissedebilen insanlar olmalıyız.
İnanç, ahlak üzerine kurulduğunda bir anlam kazanır. Din, insanı daha iyi bir insan yapıyorsa değer taşır. Aksi halde, inanç da, ideoloji de, felsefe de sadece birer kılıftır.
Toplum olarak ayağa kalkmak, medeniyet inşa etmek istiyorsak önce bu gerçekle yüzleşmeliyiz. Ahlak olmadan hiçbir inanç bizi kurtarmaz. Ama ahlak varsa, hangi inançtan olursak olalım, birlikte yaşanabilir, adil, huzurlu bir dünya mümkün olabilir.
İnsan olmak, önce ahlak sahibi olmaktır. İnanç, onu takip eder. Tersi değil.