IMG_2669

Beni görenler “Hocam nasıl mutlu kalıyorsun? “diye sorarlar.

“Hem de her şeye rağmen!” cevabını veririm.

Çocukluğum, yetişkinliğim buralarda geçmedi benim.  İzmir’in elit, güzel semtlerinden birinde doğdum büyüdüm.

Sahile birkaç adım ötede cadde üstündeki apartman dairemizin hemen bitişiğinde Rum komşularımız kalırdı. Caddenin karşı tarafında ise kereste tüccarının, bakkal Hulisi Amca’nın, emekli albayın ve işi gücü yerinde nice nüfuslu ailelerin yaşadığı apartmanlar yer alırdı. Yollarda sinagogtan çıkan ya da Doğudan gelip bizim oralara yerleşen inşaat ustası komşularla karşılaşırdık.

Okuluma traleybüsle giderdim. Bazen İzmir’in şiddetli yağmurlarına dayanamazdı tralayebüsün antenleri. Bozulan traleybüsün içinde ya saatlerce beklerdim ya da aşağı inerek sırtımdan ayağıma kadar ıslanıp sırılsıklam halde evin yolunu tutardım.

Daha ilkokul yıllarında bile değilken org, flüt, mandolina benim en yakın arkadaşlarımdı. Annem vızıl vızıl geçen arabalardan korkar bizi caddeye, ara sokaklara oynamaya salmazdı. Sadece yol üstündeki, evimize beş dakika yürüme mesafesinde bulunan mescide yaz aylarında gitmemize izin verirdi. Kur’an’ı okumayı öğrenmeye tam geçerken tatil biter okul başlar bizim Kur’an-ı Kerîm eğitimi bir sonraki yaza kalırdı.  Bu döngü lise yıllarıma kadar hep böyle sürdü.

Babam tayin olup Van’a geldiğimizde birden bir kültür şoku içinde bulmuştum kendimi. Ne Kürtçe anlıyordum ne kültürü tanıyordum. Kadınların üst üste giydikleri allı morlu etekler, örgülü kınalı saçlar ve yüzlerindeki morumsu yeşilimsi dövmeler dikkatimi çekiyordu. Geldiğimiz ilk yıl bir toprak evde yaşamıştık. Evimizin önünde ev sahibinin ördeklerinin, kazlarının ayak izlerini görmek hem beni şaşırtıyor hem de çok mutlu ediyordu. Çünkü bunlar benim alışık olmadığım manzaralardı.

Öğretmenin kızı olarak anılıyor ve tanınıyordum. Bir defasında oturduğumuz evi ve bizleri merak eden arkadaşlarımı bahar ayında evimize davet etmiştim. Onlara toprak evimizin damında açan çiçeklerinin ne kadar da güzel olduğunu anlatıp durduğumdan sevinçle göstermek istemiştim. Bu güzel çiçekleri gösterdiğimde “Bizi bunun için mi çağırdın?” diyerek beni terslemişlerdi. Oysa bana göre o sarı sarı açan çiçekler, toprak evimizin birer süsüydü.

İzmir sokaklarında yürürken yağmurdan ve arada sırada esen sert poyrazdan başka doğa olayına tanık olmayan ben, Van’da hayatımda ilk defa dizime kadar kara bulanıyordum. Caddeler topraktı… arabalar tek tük geçiyordu… toplu taşım araçları ise ortalarda hiç görünmüyordu.

Evimizin bir posta kutusu vardı dillere destan. O posta kutusuna dünyanın çeşitli ülkelerinden mektuplar geliyordu. Annem Omo deterjanının karton kutusunu naylon ile kaplayarak hazırlamıştı posta kutumuzu.  Bu posta kutusu şiddetli soğuklarda donsa da Belçika’dan, Yunanistan’dan, Japonya’dan, İran’dan, Danimarka’dan arkadaşlarımın gönderdiği sevgi dolu mektuplularıyla buzlarından çözülüp bizlere neşesini aktararak görevini kusursuzca yerine getiriyordu.

Mektuplarda Belçikalı arkadaşlarım kâh yaşanmakta olan Bosna-Hersek Savaşı’na dair Brüksel parlamentosunun aldığı son kararları anlatır kâh Fransa’yı İngiltere’ye bağlayan Manj Deniz’i içinden geçen metro inşaatından bahsederdi. Japon arkadaşlarım ise Japon kültürünü tanımam için bana Japonca dil setleri gönderirdi. Bazen de İranlılar bize benzeyen halleriyle sıcacık selamlarını iletirdi. Biz ailecek terörün yoğun yaşandığı bir döneminde, mahrumiyet bölgesinde bu mektupları okuyarak hem bilgilenir hem de mutlu olurduk.

Mektup arkadaşlarımla iletişim dilim İngilizce idi. Babam her zaman dil öğrenmem yönünde beni teşvik ederdi. Gündüzlerim okuldan geldiğimde gazeteden kuponla biriktirip edindiğimiz İngilizce Altın Sözlük’ten kelimeler çıkarıp onları ezberleyerek geçerdi. Anneme kelimelerden oluşan kağıdımı verir o da bana kağıttaki sözcükleri hem İngilizceden Türkçeye hem de Türkçeden İngilizceye döndürerek sorardı. Birbirimize tekrar ettiğimiz bu kelimeleri bazen Türkçemizde yer alan bir şeylere benzetip benzetip gülerdik. Komik anlar yaşanırdı…

Geceleri kalorifersiz evimizin soğuk yatağında uykuya dalmadan önce mutlaka dualarımı okurdum; hemen sonrasında ise gündüz yeni öğrendiğim kelimeleri zihnimden geçirir kelimenin anlamını hatırlamaya çalışırdım. Hatırlayamadığımda da o buz gibi odada ayağa kalkıp ceketimi giyip Altın Sözlüğü elime alır takıldığım kelimeyi ezberlemeye çalışırdım. Kelimenin anlamını öğrenmeden asla uykuya dalmaz ve öğrenince de kelime hazneme bir kelime daha kattığım için yine mutlu olurdum.

Sonra üniversite eğitimi için Ankara’ya gittim. Daha sonra Tahran ve Yeni Delhi’de yaşadım uzun uzun yıllar. Oralarda da çok mutlu oldum.

Şimdi ise Ağrı’dayım ve yine mutluyum.

Anneyim… Kızım Ege kültürü yerine Doğu kültürü ile büyüdü; sizin kültürünüzle. Düğünlerde Harmandalı çalmasa evlerde enginar dolması pişmese simitlere gevrek domatese domat denmese de ben çocuğumu kendi kültürümü sizin kültürünüzle harmanlayarak büyüttüm. Sizin çocuklarınızla karda yuvarlanarak büyüdü o.  Denize bir adım kala evlerde yaşamıyor olsak da sulak yer görmek için onca yol kat etsek de hatta taze yeşillik bulmak için soluğu Iğdır’da alsak da hiçbir şey beni mutsuz etmeye yetmiyor. Ulaşabildiğim ve edindiğim şeyler için mutlu oluyorum; çünkü ben şükrederek büyütüldüm.

Alsancak’ta okurken, Karşıyaka sahilinde gezerken, elimizin altındaki koylara sık sık açılırken de mutluydum; Mera mağaralarına tırmanıp Balık Gölü’ne giderken de mutluyum.

Artık geçmişteki gibi sobalı evimiz yok; caddelerde toplu taşım araçları yeteri kadar kendini gösteriyor. Marketler ise her mahalle başında kapılarını müşterilerine açıyor. Şehirde ufak tefek gelişmeler halkın yüzünü güldürüyor ama yine de bazıları mutlu olamıyor.

Duydum ki buradan çokça genç yabancı ülkelere göç etmiş. Bu gençlerin zihinlerinde modern, yüksek binalara ve üstün teknolojiye yakın olmak sanki oranın halkından biri olmak anlamına gelmiş.

Gençlerin anne ve babaları ise -20’lerde çamurun içinde oyunlar oynayarak, 15 çocuklu evlerde okuyup doktor, mühendis, öğretmen olma ya da iş adamı olma düşüncesiyle büyütülmüş.

Gençler; “Siz elin gavur ülkelerinde bir avuç mutluluk için saatlerce çalışıp ömrünüzü tüketirken ailelerinize gönderdiğiniz sıcak selamlarınız binlerce mil uzaklıkta buz tutup yollarda donuyor. Bu selamlar kalpleri sevindirmek yerine sadece serinletmeye ve özlemleri dindirmeye yetiyor. Çocuklarınız babasız büyüyor ya da yanınızda ise bize ait olmayan bambaşka kültürle yoğrulup modernlik adı altında kültür karmaşası içinde boğuluyor!”

Dünya meşgalesi bitmek bilmiyor… Mutluluk peşinde koşarken ömürler tükeniyor ve insan doğduğu topraklara doymadan ölüyor. Cenazeler ise döne dolaşa yine vatana, memlekete geliyor.

Türkçe, Kürtçe, Lazca, Rumca ve daha nice dillerin bir arada yaşatıldığı bu iller bizim iller. Çamurdan da olsa sokakları, üzerinde yürüyüp dolaştığımız sokaklar bizim sokaklar.

Bizi mutlu eden kaçtıklarımız değil kabullenip çözdüklerimiz.

Mutluluk dolu nice günler dileriz.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir